Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
Kaybolan Değerler
Dede
Ezan saatinin sesiydi. Sabahın henüz gözlerini ışığa açmadığı anlarında karanlığı silkeleyen titrek ateş ışıklarının ucunda onun sevgisi ve yumuşak ellerinin saçlarımızı okşayan şefkatli sürtünüşleri vardı. Çalı odunlarıyla tutuşturulmuş ocak başı ateşinin ahşap duvarlara gölgelediği eğri duruşu bir simgeydi her zaman ruhumuza. Başındaki yünlü şapkası, üzerindeki kolsuz yelek ve duruşundaki ahenk renksiz bir tablo şeklinde duvarlara yansırken her göz açışımızda gülümser bulduğumuz tatlı bir huzurdu bizim için. Seher vakitlerinin ne denli tatlı ve gönüllere huzur verici anlar olduğunu onun sayesinde anlamıştık. Ateşin ısısı ve loş ışığıyla çıplak ahşap duvarlara yansıttığı gölgelerden oluşan bir huzur sanatını her sabah onun el okşayışlarıyla yaşamak, “hadi namaz vakti, bu saatlerin mutluluğunu kaçırmayalım evlat” sözlerine muhatap olmak kaç çocuk kalbe nasip olmuştur kim bilir!?. Bir sevgi ısıtırdı içimizi ki bilseniz gönül tellerimize ne nağmeler söyletirdi o yaşlarda... Dışarıda akan kaynak suyunun başına gidene kadar, ahşap kapı aralığından, korkmayalım diye bize eşlik ederken beyaz sakallarıyla karanlığa inat sanki manevi bir ışık tutardı bizlere. Abdesti soğuk suyla alırken bile içeride bizleri bekleyen tatlı bir sevginin varlığı suyun soğuğuna adeta galebe çalardı. Namaz öncesi bir ateş başı dinlenme süresince eller yine saçlarımızda dolaşır ve şefkat ve merhamet tütsüleyen nazik bir sesle bazen bir anı, bazen bir menkıbe, bazen bir hikâye ile gönlümüze hitap eder, alıştırmalarımızı yapar namaza geçerdik. O bizim dedemizdi ve o bizim her şeyimizdi. Bir eğitmen, muallim yeri geldiğinde doktorumuzdu ıhlamur, limon reçeteleriyle.. Karın ağrısı hissettiğim zaman “evlat karnın yatağa değecek şekilde yüz üstü yat” der, pozisyon aldığımızın üçüncü dakikası ağrıdan eser kalmazdı. Oyuncak ihtiyacımıza kendi elleriyle karşılık verir, bizleri mahrum bırakmazdı. Issız gökyüzündeki yıldızlara yüzünü çevirdiğinde bir “Allah” deyişi vardı ki sanki yerin yedi kat altından çıkıp gelen pınar gibi gökyüzüne doğru çağlar, sessizliğe doğru akar dururdu. Yıldızlarla konuştuğunda onu pek anlamazdık, dilinde şekil alan cümleleri dudaklarından süzülürken sanki onlara özel bir menzil arar gibi gözleri yıldızlı semada dolaşıp dururdu. Biz ise sadece ona bakar, anlam katamadığımız yönelişine çocuksu nazarlar edip dururduk. Dönüp bizlere baktığında sanki yıldızlardan bir şeyler almış gibi gülen yüzünden içimize bir huzur akardı ki buna bir türlü anlam veremezdik. Namaz sonraları dizleri dibinde bağdaş alıp besmele ile başlattığı süreçler meğerse bizim için en önemli eğitim süreçleriymiş. İlerleyen zamanlarda öğretmenlerimizden aldığımız bilgilerin hiç biri, zihnimizde sıralanmış olsa da gönlümüze tesir etmezken, dedemizden aldıklarımız ise gönül dünyamızın biçimlenmesinde boya ve fırça araç gereci olmuş, ruhsal terapinin seanlsları olarak varlığımıza derin izler bırakmıştı.
Dede bir anlam içeriyordu. Her daim yanımızda, arkamızda, önümüzde.. Akşam soframızda saygı ve bereket, gündüz işimizde bir güzel hareket idi. Yetiştiren ve gözeten, kollayan ve izleyen, dinleyen ve dinlenen bir önder idi.. Dilin sadeliğini, kalbin temizliğini, sevginin bereketini onda bulur, ondan alırdık. Saygındı. Dinlenir, izlenir, beklenirdi.. O bir aile için her şeydi.. O zamanlar.
Ya şimdi!? Ne yazık ki, günümüzde, içeriğinde değer taşıyan her bir kelimenin veya terimin ölümlerine şahit oluyoruz. “Dede” de bunlardan biri.. Yok olan bir kültürün yakıp kavurduğu hanelerden artık eski doluluğuyla olduğu gibi “dede” ler de çıkmaz oldu. İsmi dede olarak kalsa da ruhu bu özelliklerini taşıyan özelliklerden mahrum, solmuş ve o da yozlaşmış.
Kahve kenarlarında çay ve sigara dumanı altında akşamlayan, akşama evine yalnız ve amaçsız giden, yalnız ve içi boş bir “dede” var artık. Ve artık birçoğu evine bile gidemez olmuş, huzurlu! olması için huzur evinin duvarları ardına mahkûm edilmiş bir dede..
Değer yüklü her şeyimiz ufuk çizgisine doğru bizlerden uzaklaşıp tek tek gözden kaybolup gidiyorken uyuyan gözlerimizi acaba ne zaman uyandıracağız..
Şimdinin dedelerini bir kenara koyalım, bu yetişen yeni neslin dedeliğini ise derinden bir düşünelim.
İnsan yetiştirmede neden bu kadar zayıf kaldık?
Matematik
Fizik
Kimya
Biyoloji
evet ama
İnsan??